Neden İnsanlar Başka Gezegenlerde Koloni Oluşturmamalıdır?
Yazının başlığına bakınca sanki dünyadan hiç ayrılmayalım, oturalım oturduğumuz yerde şeklinde bir şey anlaşılabilir ama hayır.
Uzaya çıkalım, ama kendimize mobil dünyalar kuralım diyorum. Gezegenlerde koloni oluşturmanın çok ciddi riskleri olduğunu söylüyorum.
Peki neden?
İnsanoğlu uzayı, gezegenleri, yıldızları idrak etmeye başladığından itibaren yaşanabilir başka gezegenler hayal etmeye başladı. Konuyla ilgili ilk fanteziler Ay’a yerleşmek, sonra Mars ve sonra diğerleri şeklinde gelişmeye devam ediyor. Başka gezegenlere yerleşme konusu bilim kurgu ve fantezi edebiyatı ile birlikte sinemada da çokça işlenen bir konu olmaya devam ediyor ve edecek.
Gezegenler hakkındaki bilgilerimiz arttıkça yakınımızdaki gezegenlerdeki aşırı atmosfer koşullarını gördük. Teleskoplarımızın gücü arttıkça daha uzağa bakmaya ve daha elverişli gezegenler arama devam ettik. Bu arada uzayda yaşam aramaya da devam ettik. Uzayda yaşamı bulmak hem bir çok teoriyi doğrulayacak hem de üzerinde yaşam olan bir gezegen belki bizim için de yaşanacak bir gezegen olabilecek kuşkusuz. Bitirmek üzere olduğumuz bu gezegenden sonra bize yeni bir yurt ve yeni fırsatlar sunabilecek başka bir yaşam alternatifi.
Amerika kıtasını yeniden keşfetmek gibi.
En yakın yıldız sistemi olan Alfa Centuri 4,37 ışık yılı uzaklıkta. Bu yaklaşık 41 milyar km mesafe demek. Işık hızında giden bir gemi yapmayı beklemeden yola çıkacak olsak bile gemimiz bizi en azından 100-150 yılda oraya ulaştırabilsin. Tıp gelişipte günümüz şartları zorlanırsa,bir insanın muhtemelen azami ömrü 150 yıl olarak düşündüm. Belki hastalık ve yaşlılıktan ölüm ortadan kalkacak kim bilir ama bu ayrı bir tartışma konusu. Sonuçta 150 yıl süren bir yolculuk nasıl gerçekleşebilir?
Bir çok bilim kurgu eserinde de işlendiği üzere vücutları dondurarak uyutma ve daha sonra hedefe varınca uyandırma şeklinde bir yöntem düşünülüyor. Böylece aynı ekip hedefe vardığında yeni dünyadaki kolonileşme sürecini başlatabilecek.
Ben buna katılmıyorum. Çünkü içinde uyuyan mürettebatın olduğu gemi yola çıktıktan sonra , mesela 50 yıl sonra, geride bıraktığı toplumda yaşayan insanların geliştirdiği daha hızlı bir gemi, bu uyuyan güzellerin olduğu gemiyi sollayabilir. Sonuçta koloni gemisi yola çıktıktan sonra bile dünyada gelişme devam edecektir. Daha iyi yöntemler ve teknoloji geliştirilecektir.
Bunun yerine yukarıdaki gibi, uzayda hareket halinde olan ve yaşayan bir sistem yapmak daha mantıklıdır. Yani gemi içerisinde aileleri ile birlikte seyahat eden kalabalık bir mürettebat, dünyadakine benzer rutin bir yaşamı bu gemi içerisinde sürdürebilir. Büyük bir çoğunluğu bilim insanı olan mürettebat, aileleri ile birlikte bu gemi içerisinde hem çalışabilir hem de sosyal hayatlarına devam edebilirler. 150 yıl boyunca sürecek olan yolculuklarında bu mobil koloni uzayda yaşanabilir, gezegenler bulmak ve araştırma yapmak amacıyla seyahat ederken gelişmeye ve çoğalmaya devam edebilirler. (Gelecekte uzayda mobil olmayı başarmış olan bu insan topluluğunu sakın günümüz insanları gibi görmeyin. Bu ayrı bir tartışma konusu.)
Uzayda mobil olmayı başarmış bir koloni aslında mecbur kalmadıkça başka gezegenlerde koloni kurmaya ihtiyaç duymayacaktır.
-Ancak benim insanların uzayda koloni kurmaması gerektiği ile ilgili gerekçelerim daha farklı.-
Geçmişte mesleğim icabı karada ve denizde bir çok tesisin projelendirilme, kurulum ve idaresinde aktif olarak rol aldım. Bir yerde bir tesis kurarken öncelikle tesisin amacına uygun olarak sağlıklı bir şekilde çalışabilmesi için ortam şartlarının uygun olup olmadığına bakılır. Yer şekilleri, hava koşulları, ulaşım imkanları, kriz anında korunma ve kaçış imkanları vb. Sonra tesisin çalışması esnasında insan kaynakları, insanların çalışma ve yaşam konforu, lojistik organizasyonlarının ne şekilde yapılabileceği tespit edilmeye çalışılır. Proje aşamasındayken, kurulması düşünülen tesisin amacına uygun olarak çalışması ile ilgili risk değerlendirmeleri yapılır. Tesisin kurulmasında bir sakınca yoksa kuruluma başlanır.
Bu açıdan baktığımızda yeni bir gezegene koloni kurmaya çalışmak demek; zaten elimizde büyük oranda temel sorunlarını çözmüş ve gelişmeye devam eden bir sistem varken, aynı ihtiyaçlar için yeni değişkenleri çözmeye baştan başlayacağımız anlamına geliyor. Emek, zaman, maliyet ve büyük riskleri karşılamamız gerekecek. Özellikle tüm koloniyi yok edebilecek çok büyük riskler olduğunu yazının ilerleyen bölümlerinde örneklerle anlatmaya çalıştım.
İnsanlar nasıl hayal ediyorlar?
İnsanlar eskiden beri koloni oluşturulacak gezegenleri hayal ederken bunun gibi bir yer hayal ediyorlar.
yada bunun gibi;
biraz daha gelişmiş olarak şöyle olabilir;
bu da içeriden bir görünüm olabilir;
Belki çok daha gelişmiş böyle bir koloni oluşturmayı hayal ediyoruz.
İnsanlar başka gezegenlere gitmeyi düşünmeye başladıkları zamandan itibaren, aynı dünyadaki gibi, herhangi yardımcı bir araca ihtiyaç duymadan rahatça dolaşabilecekleri, nefes alıp verebilecekleri dünyaya benzer bir gezegen hayal ediyorlar.
Uzayda karşılaşacağımız koloni kurmaya uygun bir gezegende canlıların yaşamı için uygun şartlar olabilir. Hatta o gezegende tek hücreli canlılar, çok hücreli yüksek yapılı organizmalar, hayvan yada bitkilere benzeyen canlılar, belki de akıllı canlılar olabilir.
Mesela üzerinde böyle canlıların olduğu bir gezegen olabilir.
Üzerinde yukarıdaki gibi canlıların olduğu bir gezegene belki koloni kurulabilir. Bize zarar verme potansiyeli olabilecek bu türde canlılara gücümüz yetiyorsa bir şekilde halledebiliriz.
Peki ya böyle olursa;
Yukarıdaki gibi nisbeten bizden daha ilkel ama akıllı canlıların olduğu çok güzel bir gezegen olabilir. O zaman bu canlılar ne olacak? Yine de koloni kuracak mıyız? Bizim gibi işgalcileri istemezlerse ne yapacağız? Zor kullanarak mı yapacağız? Aynı dünyada yaptığımız gibi başkalarının topraklarını sömürmeye devam mı edeceğiz?
Bazılarınız belki de “Selam uzaylı kardeşim biz dostuz.. Dünya’dan geliyoruz.” şeklinde yaklaşıp dost olmayı hayal edebilirler.
Bu görselde, başka bir gezegende bulunan bu akıllı canlılar bize benzer olarak tasvir edilmişler. Dış görünüşü ve yaşam biçimi bu şekilde olan akıllı bir canlı türü ile iletişim kurabilmeyi düşünmek doğal olabilir.
Peki ya bunun gibi olursa;
Akıllı ama bizim kabul edemeyeceğimiz pek çok özelliği olan, çok farklı bir akıllı canlı türü de olabilir. O zaman da iletişim kurabilecek miyiz? Yoksa bir temizlik mi düşüneceğiz?
Düşünün ki siz başka bir gezegende yaşam kurmaya odaklanmış bir topluluksunuz. Tüm planlarınızı buna göre yapmış ve kısıtlı kaynaklarınızı buna göre kullanmışsınız. Yüzlerce yıl boyunca yerleşmek için yaşama elverişli canlı bir gezegen arıyorsunuz ve sonunda bunu buluyorsunuz.
İnsanların gücü yetiyorsa bir şekilde koloni oluşturmak için oraya yerleşmeyi deneyeceklerdir.
Pekala bunların olduğu bir gezegen bulunursa, buraya da koloni kurmayı düşünür müsünüz?
Hiç kimse uzayda koloni kurmak için araştırma yaparken bu tarz canlıların olduğu bir gezegenle karşılaşacağını düşünmüyor olabilir.
Belki de bizden çok daha zeki canlılarla karşılaşacağız. Bizi ciddiye bile almayacak kadar zeki canlılar.
Bizi köleleştirebilecek kadar zeki ve güçlü canlılar olabilir uzayda.
Sonuç olarak koloni kuracağımız gezegen yaşanabilecek bir gezegen olması yanında ıslah edebileceğimiz, gücümüzün yettiği, yani dişimize göre bir gezegen olmalı. Bu gezegeni ararken dikkatli olmalıyız. Fark edilmek istemeyebiliriz.
Herşeye rağmen insanoğlu uzaya çıkacak ve evrenin her yanına mantar sporları gibi dağılacak. Kimileri uzayda yaşamaya adapte olacak, kimileri de yok olup gidecekler.
İstemeden de olsa ilk defa koloni oluşturmuş gezegen Dünya gezegeni. Bizim doğduğumuz ve geliştiğimiz yer.
Gelin kısaca ilk koloni oluşturma sürecimizde neler yaşanmış bir bakalım.
Dünya Gezegeni
- Dünya yaklaşık 4,5 milyar yaşındadır
- 1,3 Milyon adet dünya bir araya geldiği zaman, 1 adet güneş meydana gelmektedir.
- Çoğunluğu Demir, Oksijen ve Silikondan oluşmuştur.
- Yüzeyinin %70’i suyla kaplıdır.
- Atmosferi 10 bin km’ye kadar uzanır.
- Atmosferin yüzeye yakın olan katmanlarında %78 azot, %21 oksijen, kalan %1’lik kısımda su buharı, argon, karbondioksit, neon, helyum, metan, kripton, hidrojen, ozon, ksenon elementlerinden oluşur. Bunlara toz ve duman gibi maddeler de katılır.
- Erimiş demir çekirdeği manyetik alanını oluşturur.
- Dünya atmosferi Mars’a göre 100 kat daha büyük, Venüs’e göre ise yaklaşık 100 kat daha küçük bir gaz kütlesini ifade eder.
- Bir çay kaşığı toprakta bulunan canlıların sayısı, Dünya üzerindeki insan sayısından daha fazladır.
- Dünya’daki canlı türü sayısı yaklaşık 8 milyon 700 bin olup, bilim insanları her yıl 15 bin yeni tür keşfediyorlar.
Toprakta, suda ve havada yaşayan mikroorganizma, polen, spor vb. canlıları gözlerimizle görebilseydik, devasa bir çorbanın içerisinde yaşadığımızı hissedebilirdik.
4 milyar yıldan bu yana evrimleşerek sürekli kendini geliştiren canlılar bu dev ekosistem içerisinde birbirleriyle, birbirlerinin artıkları ya da ürünleri ile besleniyorlar. Beslenmek için avcılar sürekli saldırıyor, avlanan canlılarda sürekli kendilerini savunuyorlar. Bu savaş içerisinde çözüm üretebilenler hayatta kalırken başaramayanlar yok olup gidiyorlar. Biz de bu uzun süre içerisinde dünya ekosistemine adapte olduğumuz için, başka bir deyişle bu savaşta şimdilik başarılı olduğumuz için var olmaya devam ediyoruz.
Peki başka bir gezegendeki ekosistem içerisinde de bu kadar başarılı olabilecek miyiz? İnsanların başka bir gezegende herhangi bir koruyucu araca gerek duymadan dolaşabilme, rahatça soluk alabilme hayali ne kadar gerçekçi olabilir? Başka bir gezegenin aynı dünyadaki gibi bir organik madde çorbasına benzeyen atmosferinde tek hücreli canlılar tarafından akciğerlerimize gelecek olan saldırılara karşı koyabilecek miyiz?
Genel olarak kabul gören bilimsel yaklaşım, dünyadaki ilk canlıların tek hücreliler olduğuydu. Basit bir tek hücreli canlı zaman içinde daha karmaşık ve çok çeşitli olarak değişim geçirdi.
Bazı tek hücreliler önce koloniler oluşturarak birlikte hareket etmeye başladılar ve daha sonra hayvanlar, bitkiler gibi daha organize bir yaşam biçimine, yüksek yapılı çok hücreli organizmalara dönüştüler. Belki farkında değiliz ama aslında Dünya Gezegeni tek hücreliler tarafından ele geçirilmiş durumda.
Koloni oluşturan bakteriler.
Aşağıda, insan elinde yaşayan mikroorganizmaları tespit etmek için petri kapında (tıpta bazen hastalık teşhisinde kullanılan, içerisinde mikroorganizmaların rahatça çoğalabileceği deney kapına petri kabı denir) yapılan deney sonucunu görebilirsiniz.
Avucunuzu petri kabına bastırıp çekiyorsunuz, oda sıcaklığında bir kaç gün bekledikten sonra üremeye başlayan mikroorganizmaları gözlemleyebiliyorsunuz. Her şekil, renk, boyut farklı bir mikroorganizma türünün kolonisidir. Tüm yüksek yapılı organizmalar gibi insanlar da hem dış yüzeylerini kaplayan derileri üzerinde hem de sindirim sistemlerinde çok sayıda mikroorganizma ile birlikte hayatlarına devam ediyorlar.
Günümüzde mikroorganizmalar kadar sayısız çok hücreli canlı türü ile birlikte Dünya Gezegeni’nde yaşamaya devam ediyoruz.
Şunu da unutmamalıyız ki; Dünya eskiden çok daha farklı canlıların egemenliğindeydi.
Dinozorlar yok olmasaydı, gelişmeye devam edebilselerdi belki bugün biz var olamayacaktık. Dinozorların dünyadan yok olması memelilerin gelişmesinin önünü açtı. Memelilerden türeyen insanoğlu günümüzde dünyanın hakimi konumunda.
İnsanoğlu dünyadaki kolonizasyonunun üst noktalarına ulaştı. Binlerce yıl önce ilk insanlar tarafından oluşturulan küçük koloniler günümüzde kıtaları saran bir büyüklüğe ulaştılar. Böyle giderse tüm dünya artık tek bir koloni haline gelecek. Zaten insanoğluna dünya artık dar gelmeye başladı. Yavaş yavaş komşu gezegenlere yerleşme planları yapmaya başladı. İşte tam bu noktada artık uzayda yaşayabilecek başarılı bir koloninin özelliklerini tarif etmek gerekiyor. Tarifi yaparken kuşkusuz insanoğlunun yaşadığı tecrübelerden yola çıkmamız gerekiyor.
Başarılı bir koloni;
- Barış ve işbirliği kültürüne sahip olmalı, çünkü uzayda daha kapılı bir sistem içerisinde kavga ve savaşlar o koloninin sonu olabilir. Dünyadaki hatalardan ders çıkarılmalıdır. İnsan hırsı ve rekabetçi mizacı verimlilik için kullanılabilmelidir.
- Temel ihtiyaçlarını dışarıdan herhangi bir desteğe ihtiyaç duymadan kendi içerisinde kurduğu sistemlerle karşılayabilmeli, su, gıda, ısınma, barınma gibi ihtiyaçlar için dışarıya bağımlı bir kolonide kıtlık yaşanması halinde yok olma ihtimali çok yüksektir. Stoklu çalışan bir sistem yerine kapalı devre kendi ihtiyaçlarını karşılayan bir sistem geliştirilmelidir.
- Koloni içerisinde gelişmeyi teşvik edecek şekilde bir rekabet olmalı ve koloni gelişmeye devam edebilmeli. İnsanlar doğası gereği daha konforlu bir hayat (bu göreceli bir konu olmakla birlikte) için mücadele ederler. Yapılan deneylerde mücadele ve rekabetin olmadığı sistemlerde gelişme ve üretimin durduğu, bir süre sonra sistemin çöktüğü gözlemlenmiştir. Kontrollü bir şekilde koloni içerisinde insanlar rekabet etmeye ve bir hedef için mücadeleye devam etmelidir.
- Koloni kontrollü bir şekilde büyüyebilmeli, büyüme sonucunda bölünerek başka kolonilerin oluşması ihtiyacı doğarsa yeni koloni başka bölgelere gidebilmelidir. İnsanların soyunun devam edebilmesi bazen çoğalmaya ve ayrılmaya bağlı olabilir. Koloniye gelecek karşı konulamaz bir saldırı ya da tedavi edilemeyen bulaşıcı bir hastalık koloninin sonu olursa, insanlar uzayda başka kolonilerle varlığını sürdürebilmelidirler.
- Teknolojiyi sürekli geliştirerek temel ihtiyaçlar ile birlikte özel ihtiyaçları karşılamak için emek ve enerji ihtiyacını azaltmalıdır. Bu sayede gezegenlerde bulunan doğal kaynaklara daha az ihtiyaç olacaktır. Ayrıca tehlikelerle ve yeni keşfedilen sorunlarla mücadele edebilmek için teknolojik gelişme devam etmelidir.
- Uzayda ilk defa karşılaşılan sorunların çözümünde uygulanan yöntemler başka kolonilerle paylaşılabilmelidir. Bu bir bağışıklık sistemi gibidir. Tedavi edilen bir ölümcül bir hastalık, alt edilmesi başarılmış saldırgan bir canlı türü ya da radyasyon gibi tehlikeli enerjilerin ıslahı. Bu bilgi ve tecrübelerin bir şekilde aktarılabilmesi insan türünün devamı için çok önemlidir.
Bana göre, uzayda herhangi bir dış desteğe ihtiyaç duymadan seyahat edebilecek, mobil olabilmiş bir koloni, yukarıdaki sorunları çözmüş demektir. Şayet uzayda seyahat eden koloni kalıcı bir sistem oluşturamamışsa zaten yok olmaya mahkumdur. Kendi içerisinde biyolojik, ekonomik, sosyolojik ve psikolojik olarak sağlam bir sistem oluşturarak uzayda seyahat edebilmeyi başarmış bir koloninin bir gezegene yerleşmeye ihtiyaç duymaması lazım, mecbur kalmadıkça tabi ki.
İnsanların başka bir gezegende koloni oluşturmaması için 3 tane çok önemli sebep vardır.
1. Sebep: Bulaşma.
Yukarıda da anlattığım üzere Dünya Gezegeni tek hücreliler tarafından ele geçirilmiş durumda. Bize zararlı olan tek hücreliler sürekli saldırıyorlar ve bağışıklık sistemimiz sürekli karşı koyuyor. Dünyaya adapte olduğumuz için savaşta şimdilik avantajlı durumdayız. Ancak geçmişte bu savaşı kaybetmeye yaklaştığımız zamanlar oldu.
En çok görülen hastalıklar ve sonuçları;
1) Solunum yollar hastalıkları – Genelde akciğerin iltihaplanması olarak en sık rastlanılan bir ölümcül bulaşıcı hastalıktır. Yılda çoğunluğu çocuk ve yaşlılar olmak üzere yaklaşık 4 milyon kişi bu hastalıktan yaşamını yitirmektedir.
2) AIDS – Yılda 3 milyon insanın yaşamını yitirdiği bu hastalıkta, yeni vakalar hala yüksek oranda sürmekte.
3) İshal hastalıkları- En çok rastlanılan kolera, tifo ve dizanteri gibi ishal hastalıkları özellikle çocukları öldürüyor. 1996’da 3 milyon olan ölüm sayısı günümüzde sadece bir milyon azaldı.
4) Verem – Dünyada yılda 1 milyon 600 bin kişi veremden ölmektedir..
5) Sıtma – Dünya’nın en tehlikeli enfeksiyon hastalıklarından biridir. Eğer tedavi edilmezse hastanın hiç bir yaşama şansı yoktur. Küçük bir sinek sokması ölümcül olabiliyor. Bu tropikal hastalık Dünyada yılda 1 milyon insanın ölümüne neden olmaktadır.
6) Kızamık – Aslında aşısı bulunan zararsız bir çocuk hastalığı olarak görünür. Fakat, buna rağmen yılda 1 milyon insan bu hastalık yüzünden yaşamını yitirmektedir. Bir çok çocukta kızamık nedeniyle oluşan beyin iltihabı ölümle sonuçlanabilmektedir.
7) Uyku hastalığı – Sadece tropik Afrika’da görünen ve çeçe sineğinin sokmasıyla bulaşan uyku hastalığı (Tripanozomiyazı) yılda 500 bin kişinin ölümüne neden olmaktadır.
8) Tetanos – Aşısı olmasına rağmen tetanos yüzünden dünyada yılda 300 bin kişi yaşamını yitirmektedir. Bu hastalığı en acı yanı da ölenlerin genelde bebekler olması.
9) Boğmaca – Özellikle yeni doğmuş bebekler bu hastalığa yakalanırlar. Bordetella pertussis bakterisinin yol açtığı bu hastalık üst solunum yollarını etkiler. Dünyada bu hastalıktan yılda yaklaşık 300 bin yaşamını yitirmektedir.
10) Menejit – Dünyada yılda 160 ile 300 bin kişi bu üç hastalık yüzünden (menenjit, Hepatit ve frengi) yaşamını yitirmektedir.
11) Hepatit – Hepatit, karaciğer hücrelerinde inflamasyon ile karakterize tıbbi durumdur. Hepatit sınırlı ya da hiçbir belirti olmaksızın ortaya çıkabilir ama çoğu zaman sarılık, anoreksi (iştahsızlık) ve halsizlik gibi semptomlara neden olabilir. Altı aydan daha kısa sürerse akut; daha uzun sürerse kronik hepatit olarak isimlendirilir. Hepatit dünya genelinde en fazla hepatit virüsleri denilen bir grup virüs tarafından oluşturulur ama aynı zamanda toksinler (özellikle alkol, belirli ilaçlar, bazı endüstriyel organik çözücüler ve bitkiler), diğer enfeksiyonlar ve otoimmün hastalıklar nedeniyle de meydana gelebilir.
12) Frengi – Frengi, spiroket bakterisi Treponema pallidum pallidum alttürünün sebep olduğu cinsel yolla bulaşan bir enfeksiyondur. Bulaşmanın başlıca rotası cinsel temastır; aynı zamanda anneden cenine, hamilelik ya da doğum sırasında bulaşabilir, bu doğuştan gelen frengi ile sonuçlanır.
Geçmişte dünyada yaşanan büyük salgın hastalıklar
1.100.000.000 Ölü! Jüstinyen Veba Salgını. 541-542 yılları arasında.
2.Kara Veba. 50.000.000 Ölü! 1346-1350 Yılları Arası.
3.HIV- Aids. 39.000.000 Ölü! Tarihten Günümüze.
4.İspanyol Gribi. 20.000.000 Ölü! 1918-1920 Yılları Arası.
5.Modern Veba. 100.000.000 Ölü! 1894-1903 Yılları Arası.
6.Asya Gribi. 2.000.000 Ölü! 1957- 1958 Yılları Arası
7.6. Kolera Pandemisi. 1.500.000 Ölü! 1899- 1923 Yılları Arası.
8.Rus Gribi. 1.000.000 Ölü! 1889-1890 Yılları Arası.
9.Hong Kong Gribi. 1.000.000 Ölü. 1968-1969 Yılları Arası
10.5. Kolera Pandemisi. 981.898 Ölü. 1881-1896 Yılları Arası
11.4. Kolera Pandemisi 704.657 Ölü! 1863-1879 Yılları Arası
12.Yedinci Kolera Pandemisi. 570.000 Ölü! 1961’den Günümüze.
13.Domuz Gribi. 284.000 Ölü! 2009 Yılında.
14.İkinci Kolera Pandemisi. 110.000 Ölü! 1665- 1666 Yılları arası
15.1. Kolera Pandemisi. 110.000 Ölü! 1817- 1823 Yılları Arası
16.Büyük Londra Vebası. 1000.000 Ölü! 1665-1666 Yılları Arası.
17.Tifüs Epidemisi. 20.000 Ölü! 1848 Yılında
18.Haiti Kolera Epidemisi. 6.631 Ölü! 2011’den Günümüze
Kaynak: http://trend.mynet.com/tarihin-en-buyuk-18-salgini-ebola-da-neymis-1035357
Veba salgını ile ilgili bir çizim.
Veba salgını ile ilgilenen doktorlar kullandıkları gaga benzeri bu başlıkların içerisine çiçek dolduruyorlarmış. Bu sayede mikrobun bulaşamayacağını düşünüyorlarmış.
Bir bilim kurgu filminden çıkmış gibi görünen bu şey, elektron mikroskobu ile görüntülenmiş bir virüs. Bu virüsler hücrelere saldırarak kendi DNA’ larını saldırdıkları hücrenin çekirdeğine aktararak o hücreyi ele geçirirler. Orada çoğaldıktan sonrada küçük kistler halinde dağılıp yeni hücre bulana kadar pasif bir şekilde kalırlar.
Yukarıda virüsler bir hücreye saldırıyorlar. Bazı virüsler içeri girmeyi başarmışlar.
Görüldüğü gibi bu işin şakası yok. Kendi gezegenimizde bile her an insan neslini bitirecek kadar tehlikeli bir hastalık çıkma olasılığı varken, hiç bilmediğimiz bir gezegendeki bir ekosisteme nasıl adapte olacağız?
Belki de sürekli koruyucu bir kıyafet giyerek dolaşabiliriz. Ama bu bizim başka gezegenin atmosferini direkt olarak soluyamayacağımız, hayallerimizdeki gibi özgürce dolaşamayacağımız anlamına gelmiyor mu?
Hiç kimse gelecekte yaşayan insanları bu şekilde hayal etmiyor sanırım.
Tek hücrelilerin sebep olacağı hasar, tehlikeli bir yüksek yapılı canlının vereceği hasardan daha büyük olabilir. Bazı tek hücreliler bulaştığı canlıları öldürmeden ona istediklerini yaptırabiliyorlar. Günümüzde bile kuduz gibi direkt olarak insanların beyinlerine ve sinir sistemlerine saldıran virüs ve bakteriler vardır. Bu hastalıklarda insanlar bilinçleri dışında davranmaya zorlanırlar. Aslında beyin ölmüştür ama beden hala hayattadır. Bunlar fantezi değil gerçek. Tüm koloninin aslında bir zombi kolonisine dönüştüğünü ve uzayda yeni bulaşacak canlılar arayışı içerisinde dolaştığını düşünün.
Zombilerle ilgili National Geographic tarafından hazırlanmış güzel bir sunum : https://www.youtube.com/watch?v=3n4kt-hOpzc
Aslında fütüristler ve fütürist tasarımcılar bu durumu ön görüyorlar. Geleceğin insanlarını genelde benim “kabuk” diye adlandırdığım, astronot kıyafetinden daha iyi görünen, amacı insanı dış etkenlerden koruyan, insanın kuvvetini kat kat arttıran, iki katmanlı bir kıyafet düşlüyorlar.
Bunlara bezer daha bir çok konsept tasarımı görebilirsiniz.
Günümüzde gerçek anlamda insanların gücünü arttırabilmek, daha fazla işlevsellik kazandırabilmek ve hatta insanların uzuvları yerine geçebilecek prototipler yapılmaya başlamıştır.
Başka bir gezegendeyseniz kendinizi hem dış etkenlerden yalıtacak hem de çok iri ve güçlü canlıların saldırılarından koruyacak bir kabuğa ihtiyaç duyma olasılığınız çok yüksek. Belki de sürekli bir kabuğun içerisinde kendi türünüze bile temas etmeye korkarak yaşamak zorunda kalabilirsiniz.
Diğer yandan biz de bulaştırabiliriz.
Bu gördüğünüz Orthomyxoviridae familyası virüslerinden olan bir grip mikrobu. Dünyada ilk gelişen canlılar tek hücreliler olduğuna göre, tek hücreli olarak kalmayı tercih ederek 4 milyar yıldan bu yana gelişimine devam ediyor. Hayatta kalmak için sürekli mücadele ediyor ve sürekli kendini geliştirerek bizi alt etmek için yeni yöntemler geliştiriyor. Hala gripten ölen insalar olduğunu ve yeni grip türlerine ait salgınlar olduğunu biliyoruz.
Canlılığa uygun üzerinde sıvı halde su barındıran bir gezegen bulduğunuzu düşünelim. Gezegen henüz canlılığın ilk çağlarında olsun. Bizim grip mikrobuna göre daha basit tek hücreliler yada bağışıklık sistemi grip mikrobu ile savaşamayacak kadar zayıf canlılar olduğunu düşünün. O gezegene grip bulaşırsa ne olur? Büyük bir ihtimalle gezegendeki canlıların büyük bir çoğunluğu hastalıktan kırılacaktır. Denizleri, gölleri irinle dolacaktır.
“Bize birşey olmasın boşver” diyorsanız. Sizin düşünceniz yukarıda, yabancı bir gezegendeki ağaçtan meyve koparmaya çalışan kadının hayalleri ile ne kadar uyuşuyor?
Yaşanabilir güzel bir gezegen bulma ümidiyle geldiğimiz yeri mahvetme ihtimalimizi de düşünün.
Asırlar boyunca uzayda dolaşıpta ilk bulduğumuz gezegeni buşatırdığımız hastalıklarla yok etme ihtimalimizi de düşünmek zorundayız.
Avrupalılar Amerika kıtasını keşfettikten sonra özellikle Güney Amerika’da çiçek hastalığı salgınlarına sebep oldular. Bir çok kabilede %80 lere varan ölümler gerçekleşti. O zamanki kaşiflerin bu durum umurunda değildi kuşkusuz. Onlar yeni keşfettkleri yerlerdeki değerli kaynakları sömürmeye odaklanmışlardı. Geleceğin insanı böyle olmamalı. Asırlarca uzayda dolaştıktan sonra ilk bulduğumuz canlı gezegeni yok etmemeliyiz. Evrende yaşam, belki de tahminimizden daha nadir bulunan bir şey olabilir.
Bu gerçek dışı bir gönüme sahip canlı, 2007 yılında bilimsel adı ‘Tardigrade’ olan, ama ‘Su Ayısı’ olarak da bilinen mikroskobik bir canlı türü. Uzay ortamında sağ kalmayı beceren ilk hayvan olma ünvanına erişmişti.
Bu canlı uzay mekiklerinin üzerinde tespit edilmiş. Bunun anlamı, bu canlı uzay gemisinin üzerinde her yere gidebilir. Hayvan olumsuz şartlar oluştuğunda kist haline gelerek pasif oluyor. Şartlar düzelince tekrar aktif hale geliyor. Bu canlının bilinen bir zararı yok ama canlıların başka gezegenlere tesadüfen taşınabileceğine dair güzel bir örnek.
2. Sebep: Biyoklimatik Konfor
Biyoklimatik konfor; İnsanın en az miktarda enerji harcayarak çevresine uyum sağladığı, kendini en sağlıklı ve dinamik hissettiği iklim koşulları ile bir arada bulunduğu durumdur.
İklimde yaşanan değişimler anormal değerlere ulaştığında olumsuz etkiler yaratarak insanların biyolojik, fiziksel ve ruhsal durumlarını kısıtlamaktadır. Böyle durumlarda insanlar biyoklimatik konfora ulaşmak veya çevresine uyum sağlayabilmek için daha fazla enerji harcamaktadırlar.
Biyoklimatik konfor üzerine etkili olan faktörler; insanın kendine ait özelliklerinden kaynaklanan kişisel faktörler ve çevresel yani atmosfer koşulları ile ilgili faktörler olarak iki grupta incelenmektedir.
İnsana ait özellikleri temel alan kişisel faktörler; Aktivitelere bağlı metabolik oran ve kıyafet izolasyonudur.
Çevresel faktörler ise; hava sıcaklığı, hava nemi, hava hareketleri, radyasyondur.
Biyoklimatik konforsuzluk durumunda olan insanlarda % 85’inde depresif, % 65’inde öfke, % 60’ında uyku ve % 53’ünde bilişsel bozukluklar gözlenmiştir.
Uzay istasyonlarında uzun izolasyon denemelerine önem veren ve rekoru 800 günün üzerine çıkaran Ruslar, önemli bilgiler elde etmişlerdir. Kozmonotların zihinsel ve fiziksel bitkinlik, çabucak güçsüzleşmek, dengesiz mizaç, irritabilite, uyarı eşiği düşüklüğü ve uyku bozuklukları gibi yakınmaları, uzay astenisi olarak adlandırılmıştır. Bir kozmonot telsiz iletişimini 24 saat kapalı tutmuş, bir diğeri izinsiz olarak tehlikeli bir uzay yürüyüşü yapmış, bazılarının sonradan psikolojik olduğu anlaşılan müphem yakınmaları (ekşi bir koku, idrar retansiyonu, kalp ritim bozukluğu vb.) yüzünden bazı uçuşlar yarıda kesilmiştir.
Kaynak: http://www.hvtd.org/yeni/?p=946
Bu şartlar altında yeni koloni oluşturacağımız gezegenin biyoklimatik konfor özellikleri dünyadaki gibi olmalıdır. Yüksek dağlara çıkan insanların düşük basınç ve düşük oksijen seviyesinden dolayı halsizlik, baş ağrısı, baş dönmesi, bulantı gibi şikayetleri olduğunu hatırlayalım. Uzun süre düşük oksijene maruz kalan insanlarda B vitamini eksikliği, beri beri hastalığı oluşmaktadır.
Yaşadığımız yerdeki hava değişimleri bile (örneğin rüzgarın lodos olması, hava basıncının artması vb.) bizi depresif ve tahammülsüz yaparken, başka bir gezegendeki atmosfer koşullarına adapte olabilmek için ne yapacağız? Belki bir süre sonra adapte olacağız ama geleceğin insanı muhtemelen yakın gezegenlere sık sık seyahat edebilme imkanına sahip olacak. Bu durumda insan her gittiği ortama hemen adate olabilecek mi? Yada benim kabuk diye isimlendirdiğim sürekli bir koruyucu kıyafet ile dolaşmak zorunda mı kalacak?
Her yeni gezegen yeni farklı koşullar anlamına geliyor ve insan vücudunun çözmesi gereken bir atmosfere adaptasyon sorunu olduğu anlamına geliyor. Sürekli değişen atmosferik koşullara adapte olmaya çalışmaktansa rutin yaşantısını şartları hep sabit kalan bir ortamda geçirip sadece ihtiyaç duyduğu zaman gezegene gitse daha kolay olmaz mı?
3. Sebep: Doğal afetler ve hava koşulları:
Dünyanın ilk oluştuğu zamanlarda gezegenemize neredeyse yağmur gibi göktaşı düşüyordu. Bunu Ay’ın yüzeyine bakarak anlayabiliriz. Daha önce olduğu gibi yeterince büyük bir göktaşı dünyadaki yaşamı her an bitirebilir.
Koloni kurulacak olan gezegende bu durum için nasıl bir çözüm üretilebilir? Üretilecek olan çözümlerle mobil bir koloni için üretilen çözümleri kıyasladığımızda hangisi pratik ve kalıcı bir çözümdür?
Diğer bir konu;
Bir gezegende canlı yaşayabilmesi için gezegenin kendisinin de yaşıyor olması lazım. Yani sıcak bir çekirdeği olması lazım. Soğumuş ve sönmüş olan bir gezegende manyetik alan olmama ihtimali vardır. Manyatik alan olmaması, yörüngesinde döndüğü yıldızdan gelen radyasyona engel olamayacağı anlamına gelir.
Yer kabuğunun altının sıcak olması yanardağ faaliyetlerini beraberinde getirirken, yanardağların lav püskürtmesi koloniyi tehdit edecektir.
Ayrıca erimiş bir şekildeki yer altı katmanları katı yer kabuğunda yüzen plakalar olmasına sebep olacak, bu da depremlere sebep olacaktır. Depremler koloninin çözmesi gereken ciddi problemlerden bir tanesi olacaktır.
Aslında bunlar bizin gezegenimizde baş etmeye çalıştığımız kronik sorunlar. Bu sorunlar farklı gezegenlerde farklı seviyelerde karşımıza çıkacaktır.
Yaşam için pek uygun olmasada, başka gezegenlerdeki atmosfer koşullarına dair fikir vermesi açısından yakınımızda bulunan gezegenlere bakabiliriz.
Jüpiter, Satürn ve Neptün. Bu gezegenlerde gökten su yerine yağan madde, birçok insanın gözlerini kamaştırabilir. Atmosferik verilere göre, bu üç gezegende gökten su yerine elmas yağıyor. İlk olarak bu gezegenlerin atmosferinde bulunan metan, şimşek fırtınaları ile yığın halinde karbona dönüşerek grafit oluşuyor. Daha sonra basınç ile birlikte grafitin elmasa dönüşmesi gerçekleşerek, gökten elmas yağıyor.
Bu yazının kaynağı: https://bilimfili.com/diger-gezegenlerde-gokten-su-yerine-ne-yagiyor/
Venüs’ün atmosferinde ise yağışlar, asit olarak gerçekleşiyor. Çünkü, Dünya’da nasıl bulutlar sudan oluşuyorsa, Venüs’ün atmosferindeki bulutlar sülfirik asitten oluşuyor. Fakat, yine sıcaklıktan kaynaklı her ne kadar asit yağmuru gerçekleşiyor olsa da, henüz yağış yüzeye ulaşmadan asit buharlaşıyor.
Bu yazının kaynağı: https://bilimfili.com/diger-gezegenlerde-gokten-su-yerine-ne-yagiyor/
Satürn’ün uydusu Titan’ın Dünya ile birçok benzerliği var; volkanlar, rüzgar ve yağışlı olması. Ayrıca, Titan ve Dünya’nın yüzeyi de birbirleriyle benzerlikler taşıyor. Bunun yanısıra, Güneş Sisteminde yalnızca Titan ve Dünya’da sıvı yağış katı yer yüzüne ulaşabiliyor. Fakat, yine su yerine, Titan’ın yağışları sıvı metan olarak gerçekleşiyor ve bu yağışlar yaklaşık olarak 1000 yılda bir gerçekleşiyor. Metan, Titan yüzeyine sıvı olarak ulaşabiliyor çünkü, bu uydunun yüzeyinin sıcaklığı yaklaşık olarak -179 derece santigrad. Bu sıcaklık da, metanın sıvı forma geçmesi için yeterli.
Çok özel ve ilginç bir örnek; dünyadan 64 ışık yılı uzakta olan mavi gezgen HD 189733 b’de ise, mavi renginin de kaynağı olarak, yağışlar sıvı cam olarak gerçekleşiyor. Gaz bulutundan meydana gelmiş bu gezegen, kendi yıldızına yakın bir konumda bulunuyor ve yüzeyindeki sıcaklığın 1,800 derece Fahrenheit’dan da fazla olduğu düşünülüyor. Ayrıca, bu erimiş camlar yaklaşık olarak 7000 kilometre/saat hızla yana doğru yağıyorlar.
Bu yazının kaynağı: https://bilimfili.com/diger-gezegenlerde-gokten-su-yerine-ne-yagiyor/
Bunların yanında, yakın zamanda dünyaya benzeyen yeni gezegenler bulundu. Bu gezegenlerin boyut ve hava şartları açısından dünyaya benzediği düşünülüyor.
Kepler 186f, Kepler 438b, Kepler 442b, Kepler 440b,
Kepler uzay teleskobu tarafından tespit edilen bu yaşama elverişli gezegenler yeni keşfedildiler.
Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi’nin (NASA) uzay teleskopu Kepler ile tespit edilen ‘Güneş sistemi dışındaki’ bu gezegenlerden yalnızca üçünde yaşam koşulları gözlendi. Yaşama uygun olma ihtimali olan gezegenlere Kepler 438b, Kepler 442b ve Kepler 440b isimleri verildi. Bu gezegenler arasında da Dünya’ya en çok benzeyenin de Kepler 438b olduğu belirtildi. Daha önce ise Kepler 186f adlı gezegenin Dünya ile benzerlikleri en çok olan gezegen olduğuna inanılıyordu.
Dünya’dan yüzde 12 oranında daha geniş olan Kepler 438b, Kepler 186b’den daha büyük. Ayrıca yıldızına daha yakın mesafede dönmesi nedeniyle, Dünya’ya kıyasla yüzde 40 daha fazla ışık alıyor.
ABD’nin California eyaletindeki araştırma merkezi Seti’de görevli Doktor Doug Caldwell’e göre, 438b’nin yüzeyi Dünya’nın yüzeyinden daha sıcak. Caldwell, kızıl cüce güneşi etrafında dönen bu gezegenden bakıldığında gökyüzünün, Dünya’ya kıyasla daha kırmızı görünebileceğini söylüyor.
Yaşam koşullarının görülebildiği gezegenler kendi güneşlerine, suyu muhafaza edebilecek kadar uzak, fakat suyun donmasına engel olacak kadar da yakın bir mesafede bulunuyor.
Bu tip gezegenlerin belirlenmesi de bilim insanlarının araştırmaları sonucu yaptıkları tahminlere dayandırılıyor.
BBC’ye konuşan Doktor Caldwell, “Yaptığımız Kepler ve diğer ölçümlere göre, bu gezegenlerde balıkların yaşadığı okyanuslar veya ağaçların bulunduğu topraklar olup olmadığını bilmiyoruz. Bildiğimiz şeyler ise boyutları ve kendi yıldızlarından enerji almalarıi” diyor.
Caldwel, gezegenlerin Dünya gibi kayalık olduklarını ve aldıkları ışığın da Dünya’nınkiyle kıyaslanabilir olduğu yorumunu yapıyor.
Kaynak: http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/01/150107_dunya_gezegen
Diğer Kaynak: https://www.nasa.gov/ames/kepler/kepler-186f-the-first-earth-size-planet-in-the-habitable-zone
Teknoloji geliştikçe daha uzakları görebilme ve uzaktaki gezegenler hakkında daha fazla bilgi toplama imkanı elde edeceğiz. Ancak hem şimdi hem de gelecekte karşılaşacağımız değişmez bilgi; her gezegenin kendine göre farklı şartları olduğudur. Dünyaya en çok bezeyen gezegendeki şartlar, Everest Dağı’nın tepesindeki şartlara yada Mariana Çukuru’ndaki şartlara benzeyecek. Dolayısıyla doğa şartlarına adaptasyon, bir koloni için her zaman ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkacaktır.
Sonuç olarak;
Yazımın en başında söylediğim gibi uzayda mobil bir koloni kurmayı başarabilmiş bir insan topluluğunun zaten bir gezegende kalıcı bir koloni kurmaya gerek duymayacağını düşünüyorum. Araştırma ve bilimsel projeler amaçlı tesisler, laboratuvarlar kurulabilir. Ama rutin yaşam için her gezegen çözülmesi gereken farklı problemler yumağı olacaktır. Değişkenlerin sabit olacağı tek yer uzayda seyahat etmemizi sağlayan uzay gemimiz olacaktır.
Yukarıdaki görselde görüldüğü üzere, üzerinde koloni oluşturulmuş bir gezegen ve onun yörüngesine yerleşmiş insan yapısı bir uydu var. Bu uydunun bizim uzay gemimiz olduğunu düşünelim. Herhangi bir sorun olduğunda alıp bizi götürebilecek bir çeşit Nuh’un Gemisi. Ama gezegende yaşayanların bir sorun olduğunda ayrıca bir kaçış planına ihtiyaçları olacaktır.
TEŞEKKÜRLER…
Görseller bir harika. Geleceğimize ışık tutan bir yazı. Teşekkürler !
Mükemmel bir yazi olmuş…
Teşekkürler Giray..Seni de etkinliklerimize bekleriz.